AÇIKLAMA VE KAYNAKLARA İLİŞKİN OKUMA YÖNTEMİ: Doğu halkları günümüze kadar olan süreçte dünya ve kendi tarihlerini Batılılardan ve Batılı bakış anlayışıyla öğrendiler. Son yıllarda Doğu ve Rus kaynaklarına da bazı yayınevlerinin çevirileri sayesinde ulaşır olduk. Bu çalışmada Rus, Azerbaycan, İran ve diğer Doğu ve Ortadoğu kaynaklarının en yeni ve geçerli kaynaklarına önem ve öncelik verdim. Sokaktaki okumayan ve okusa da okuduğunu zor anlayan sade vatandaşı hedef okur olarak önceledim. Bu nedenle Aziz Nesin’in “Bizim anladığımız, bir bilimsel konuyu, o bilimi bilmeyen halka anlatabilecek biçimde yazmaya, anlatmaya vulgarisation (halklaştırma) denir,”[1] doğru yöntemini önceledim. Akademik çevreler için yararlandığım tüm kaynakları dipnotlarla verdim. Okumayı akıcılıktan koparmamak için her kaynağı bir kez açık kimliğiyle yazıp, tekrarında ise alıntıyı takiben yanına ve parantez içinde yazarın adını ve kaynağını vererek geçtim. Ayrıca Prof. Dr. Selçuk Şirin’in Ocak-2023 te yayınlanan “YA ADALET YA SEFALET”[2] kitabındaki “YAŞAYAN ANLATSIN” başlıklı formatını kullanarak tanıklıklara ve sözlü tarih çalışmasına yer vereceğim. Yaptığım bu çalışmanın birçok kişiye aykırı geleceğinden, tepkiler alacağının bilincindeyim. Benim önerim yalan, yanlış algı ve ön yargılarla dolu kafaların önce kafalarına doldurulmuş yanlış bilgilerden kurtararak bu makaleyi okumalarıdır.
Ne demişti Alvin TOFFLER, “21. Yüzyıl cahilleri okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenmeyen, öğrendiği yanlışlardan vazgeçmeyen ve yeniden öğrenmeyenler olacaktır.”
GİRİŞ: Tarih doğuda Doğulular tarafından yapıldı. Fakat batıda Batılılar tarafından yazıldı. “Tarih; insanın kendini bilgisiz saydığı konulara ilişkin belirli soruları yanıtlama çabasıdır. İnsana insanı anlatmak için var olmuştur. Bir bilim olarak tarihin bir Yunan icadı olduğu adından bellidir.* History, salt bir soruşturma ve araştırma anlamına gelen Yunanca bir sözcüktür. Heredot yaklaşık tüm ömrünü (elli yıl) bu hakikati aramaya adayarak ve tüm Ortadoğu, Asya, Balkanlar, Kafkasya’yı karış karış gezerek tarihin babası olmuştur.”)[3]
Batılı bir kısım namuslu araştırmacı ve aydınları dışında tutarsak, kalanların büyük bölümü tarihi saptırarak kendilerinin ve uluslarının çıkarlarına hizmet aracına dönüştürdüler. “Aslanlar tarih yaptı, tilkiler aslanların tarihini yazdı” gerçeği bu duruma işaret etmektedir. Bu konuyu uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. TBMM de görevli dostum Dr. Melih Yürüşen bir watshap mesajıyla bana K. Kılıçdaroğlu’nun 2023 seçimleri çerçevesinde Akşehir’e atası Seyyid Mahmud Hayrani Türbesini ziyareti nedeniyle sorular sordu. Ben de wathhap mesajı olarak verdiğim yanıtta atası olduğu doğru ama ehlibeyt evladı olduğu yanlıştır özetli kısa bir yanıt yazdım. O kısa yanıt beni tatmin etmediğinden bu konuyu detaylı yazmaya karar verdim. Son zamanlarda Alevileri İslamlaştırarak Araplaştırmaya çalışan görevli ekol bu tür çabalara hız verdi. Kureyşanlar ile ilgili son yıllarda yapılan saçma yayınlar beni bu konudaki araştırmalara dayalı bildiklerimi yazmaya itti. Bu makalede arkeolojik veriler, yazılı kabul görmüş ciddi akademik kaynaklarla konuyu aydınlatmaya çalışacağım. Ehlibeyt’ten ve dolayısıyla İslam’dan 1200 yıl önce yaşamış büyük zat Kureyş Baba’nın kendisinden 1200 yıl sonra Hz Hüseyin’in eşi Sah Banu’dan doğan torununun nasıl evladı yapılabildiği yanlış ve/ya yalanını açıklamaya çalışacağım.
“Cahille tartışan bilgeler cehalete düşer.” GOETHE
Önce kafalara yanlış kazınmış algılardan kurtulmamız gerekiyor. Onlarca halkın yaşadığı ülkemizde nasıl ki herkes Türk değilse, İran’da da onlarca halk yaşamaktadır ve herkes Farisi değildir. Her iki ülkede de değişik din ve ırklara mensup çok sayıda halk yaşıyor. Ama iktidarı eline geçiren ırkın, dilin ve dinin mensupları o ülkenin diğer ırk ve inançlarını yok edemeyince yok sayarak kendi ırk, dil ve dinlerinin damgasını vuruyorlar. ‘Türkiye’nin yüzde doksan dokuz Müslüman ve Türklüğü’ gibi İran’da ‘yüzde doksan dokuz Fars ve Şii Müslüman’ olarak akıllara kazınmış. Oysa, her iki ülkenin gerçekleri tam tersi. Günümüz İran’ında nüfusun çoğunluğunu Azeri vd halklar oluşturuyor ama Molla rejimi farklı din, dil ve ırktaki halkların üzerini gerici İslam perdesiyle örtüyor.
ALEVİLİK, DERSİM, AŞİRETLER VE OCAKLAR BAĞLAMINDA KUREYŞANLAR: Kureyşanlarla Dersim tarihi iç içe olduğu için kısaca Dersim tarihinden kısa bir özet aktaralım. 1968-1970 yılları arasında Pulur (Sakyol) Höyüğünde gerçekleştirilen Arkeolojik çalışmalar sonucunda ortaya çıkan bulgularla, bölgenin Kalkolitik Çağda (M.Ö. 5500-3500) yerleşime sahne olduğunu göstermektedir. Pulur’daki kazılarda kale benzeri evler, ocaklar, dibekler, çeşitli öğütme araçları, hayvan resimleri, tunçtan yapılmış iğne ve kazma gibi çeşitli metal eşyalar ortaya çıkmıştır. Bölgede, M.Ö. 2200’lere tarihlenen İşuva (Hurri-Mitanni) adıyla anılan yazılı tarih de Subarrularla başlamaktadır. M.Ö. 4. yüzyıla ait bilgilere göre, Yunan gezginleri burayı “Daranis” olarak adlandırmıştır. M.Ö. 519 yılında Dara (Darius) Perslere kral olduğunda, tarihçi Ptolemy’nin kayıtlarına göre bugünkü Tunceli, “Daranalis” olarak geçmektedir ve bu isim uzun yıllar boyunca kullanılmıştır.[4]
Dersim adının kökeni konusunda başka bir görüş ise Dersimlilerin, Hazar Denizi’nin güneyindeki Deylemliler ile ilişkilendirilmesidir. Deylemliler, Pers öncesi bir halk olup, önce Selçuklularla sonra da Moğol işgali sırasında 1256 yılında kaçarak Dersim bölgesine yerleşimler olmuştur. Dersim, Anadolu’da büyük bir siyasal birlik olan Hitit egemenliğine de girmiştir. Hititler’in M.Ö. 13. yüzyılda bölgeye hâkim oldukları bilinmektedir. Hurriler, Babiller ve Asurlar da sırasıyla Dersim üzerinde egemenlik kurmuşlardır. Hitit Devleti’nin yıkılmasından sonra M.Ö. 12. yüzyılda Urartuların bölgeye hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Mazgirt ilçesinde bulunan çivi yazısı belgeler, Urartuların Dersim’de etkili olduklarını göstermektedir. Urartulardan sonra Dersim, M.Ö. 7. yüzyılda Azerbaycan yöresinde ortaya çıkan Medler’in, ardından M.Ö. 4. yüzyılda Persler’in egemenliğine girmiştir.
Dersim, tarih boyunca stratejik bir konuma sahip olması nedeniyle Bizans İmparatorluğu’nun dikkatini çekmiş ve Sasanilere karşı doğal bir kale olarak değerlendirilmiştir. Sasani saldırılarına karşı bir savunma noktası olarak kullanılan Dersim, bir süre Bizans’ın kontrolü altında kalmış, ancak 639 yılında Arap ordularının bölgeyi fethetmesiyle egemenlik değiştirmiştir. Araştırmalar, Bizans İmparatorlarından Leon Çimişkes’in bu bölgede doğup gençliğini geçirdiğini ve imparator olduktan sonra Çemişkesopolis adıyla şehirleştirdiğini göstermektedir.
Anadolu Selçuklu Devleti ile Büyük Selçuklu Devleti arasındaki egemenlik savaşını fırsat bilen Filaletos, 1086’ya kadar bölgede hüküm sürmüştür. Ancak 1087’de Türklerin Anadolu’ya girişiyle Dersim’in egemenliği Türklere geçmiştir. 1243’e kadar Anadolu Selçukluları’nın kontrolünde kalan bölge, Kösedağ Savaşı’nda Selçuklular’ın yenilgisiyle Moğol egemenliği altına girmiştir. Dersim, Moğol istilasından kaçan Türk boylarına sığınak olmuş ve çeşitli Türk beyliklerinin egemenliği altında yaşamıştır.
1473’te Otlukbeli Savaşı’nda Osmanlı egemenliğine giren Dersimi, kısa bir süre sonra Safevi yönetimi altına girmiştir. Ancak 1514’te Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi sonrasında tekrar Osmanlı kontrolüne geçmiş ve Çemişgezek Beyliği’ne bağlanmıştır. Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği döneme kadar, Dersim, Osmanlı İmparatorluğu’nun kesin denetimi altına girmemiş ve çeşitli direnişlerle karşılamıştır. 1726’da Diyarbakır Valiliği’nin bölgede düzeni sağlamak için ordu gönderdiği bilinmektedir.
Daha önce birkaç makalemde yazdığım ve katıldığım TV programlarımda açıkladığım konuyu tekrar aktarayım. Dünya Hristiyanlığı için Roma ve Vatikan neyi ifade ediyorsa, İslam âlemi için Mekke ve Kâbe hangi önem ve değerde ise, Dünya Alevileri için de Dersim ve Munzur Baba aynı önem ve değerdedir. Dersim Dünya Alevilerinin başkenti ve ser çeşmesidir. Aleviler Selçuklu, Osmanlı, Safevi ve Türkiye Cumhuriyeti gibi dört devletin kurucu öncüsü ve temel harcı olmalarına rağmen bu dört devlet tarafından tek gerekçe ile sürülmüş, kıyılmış, ötekileştirilmiş ve dışlanarak günümüze kadar devletsiz kalmışlardır. Bu dört devletin tek ve ortak gerekçesi de, Sünni Hanefi ve Şii İslam’ı resmi devlet dini yapmaları ve Aleviliği İslam dışı görüp Alevileri de Müslüman kabul etmemelerinden kaynaklıdır. Bu dört devlet de Alevileri İslam’ın dışında; gavur, zındık, mecusi, harici görmüşlerdir. Alevilik senkretik olduğu için Aleviler de bu bağdaştırmacılıklarından gelen kucak açmalarının bedelini kucağına aldıklarının sakallarını yolmalarından tarih boyunca kurtulamamışlardır. Aleviler biz de Müslümanız takiyyeleri ile onları kandıramamış ancak kendilerini kandırmışlardır. Ne yazıktır ki; günümüzde halen bu takiyye yalanına sarılan Aleviler çoğunluğu oluşturmaktadır.
“ALDATMANIN EN KÖTÜSÜ KENDİ KENDİNİ ALDATMAKTIR.” Platon
KISACA ANTİK ÇAĞ’DA ALEVİER VE KUREYŞANLAR: Kureyşanlar Dersim’e İç Asya’dan, Altay-Ural’dan Zagroslara oradan da İran ovasına indiler. Oradan da Anadolu’ya gelmiş birçok aşiretten biridir. Kureyşenlarla ilgili en yeni çalışmayı yapan Prof. Dr. Alemdar Yalçın ve Yrd. Doç. Dr. Hacı Yılmaz; “Sonuç olarak Koreşan’ın Afganistan’ın Hace Hatran bölgesinden geldiğini söyleyebiliriz,”[5] diyorlar. Kureyşanlara ilişkin bir diğer çalışmada kendisi de Kureyşanlı olan akademisyen Kibar Taş’ın çalışmasıdır. Ne yazık ki bu çalışma da bilimsellikten uzak, çoğunlukla hurafelere dayalı sözlü tarih çalışmalarıyla uydurma secereler esas alınmıştır. Kibar taş’ın bu çalışmasında; “ Kureyşanlarda olduğu söylenen ve kimsenin görmediği (gösteril(e)meyen secereye göre 7. İmam Musa-i Kazım’dan Hz. Ali ve Hz. Muhammed’e yani Arap’tırlar. Kureyş ile Seyyid Mahmud Hayrani karıştırılarak bazen biribirlerinin oğul ve torunları yapılarak karışıklıklara neden olunmuştur. Seyyid Mahmud Hayrani’nin kardeşi veya öz amcasının oğlu olup Nasreddin Hoca olarak bilinen Ahi Evran’dan pek bahsedilmemiştir. Oysa Seyyid Mahmud Hayrani’nin kendi adına kurduğu adını taşıyan vakfiyesinde Ahi Evran (Nasreddin Hoca) nın imzası vardır.” Prof. Dr. Mikail Bayram; “Kureyşanların Batı Azerbaycan’ın Türkiye sınırına 60 km mesafedeki Hoy’dan geldiğini açıklamaktadır.”[6][7] Ayrıca Kureyşanların Horasan, Deylam’dan geldiğinine ilşkin kanıtlar daha güçlüdür. Dersim de eski yerel otokton aşiretlerin yanında, dışardan gelen göçlerle birçok halkın sığındığı bir coğrafyadır. Bunun birinci nedeni de Dersim’de var olan ve tanrısı doğa ve insan olan kadim Alevilik inancıdır. İnsanı İNSAN görür ve 72 millete eşit bakar. İkinci nedeni ise etrafı sarp Munzur Dağlarıyla çevirili olup korunaklı doğal kale konumundaki doğasıdır. Bizim Kureyşanların bu konuda yazanları her nedense ilk atalarını Seyit Mahmut Hayrani’den başlatırlar. Ondan öncesine gitmezler. S. M. Hayrani’den 1800 yıl önce yaşamış büyük ataları Kureyş Baba’yı görmezler. Bir Kalenderi, Haydari Dervişi olarak Hoy’dan gelen S. M. Hayrani sokaklarda yatıp kalkan saf, temiz bir Kalenderi- Haydari piridir. Tıpkı bizim Şe Usen gibi. Bir milletin özüne sözünden yani dilinden ulaşılabiliriz. Milletlerin dilini tarihinden ayırmak olanaksızdır. “Dersimlilerin ve dolaysıyla Kureyşanlıların öncü ataları olan halkların dili eklemeli, Ural- Altay dizgeli dildir.”[8] Dersimce (Zazaca) bu eklemeli dil gurubundan olduğuna göre Dersimliler ve dolayısıyla Kureyşanlılar da bu öncü halkın ardıllarıdır.
- KİMDİR BU ÖNCÜ HALKLAR? Verimli ve ılıman iklimli Mezopotamya, kuzey-güney, batı ve özellikle de doğudan yoğun göçler almıştır. Bu göçlerin doğudan gelenleri Sümer, Elam, İskit, Akad, Asur, Med, Babil, Gutti, lullubi, Kassitler, Hürremiler vd birçok halklar vardı.
- Sami dili konuşan Sami Halklar: Bunlar Araplar, Yahudiler, Mısırlılar, Afrikalılar ve Fenikelilerdi. Güneyden ve batıdan Mezopotamya’ya
- Hint Avrupa dili konuşan Hint Avrupa halkları: Hint, Rus, Fars ve Avrupa halkları. Bunlarda kuzeyden ve Avrupa’dan geldiler.
- Altay- Ural dilleri konuşan Altay Ural halkları: İskitler, Elamlılar, Hurriler, Guttiler, Persler, lullubiler, Mannalar, Medler, Kassitler, Huziler ve Sasanilerdi.
Yukarıdaki kaynağım Piyer Amiye’nin Elam Kitabından aktaran Ferhad Rahimi: “Elam uygarlığı İ.Ö. 7000 yıl önceden, onun düşüşü, yani İ.Ö. 640 yılına değin sürmüş ve çanak, çömlek, boyalı çömlek, tunç ve demir devirlerinden şehir devletleri ve baştanbaşa devlet yaratmakla (İ.Ö.2200. yılda) hüküm sürmüşlerdir. Bu büyük uygarlığın yapısı ve tutumu elimizde vardır. Onların okunamamış on bin levhası Şikago Üniversitesi’ndedir. Eğer onların hepsi okunursa Elamca’nın dilbilgisi de elde edilecektir. Elamlılar ne Sami ne de Aryani idiler. Vildorant (uygarlık Tarihi), Serpersi, Sayenks, Kelman Huvar, Petroşefski ve Hanri Fild’in açıkça yazdıklarına göre Elamlıların dili Fin, Türk, Macar, Moğol vs dilleri (Bu vs nin içinde bizim Zazaca- Dersimcemiz de var. M.Y.) gibi Ural- Altay dillerindendir. Elam dilinin Akhamenidlerin üç dilinden biri olması ve Akamenidlerin ilk başkentinin aynı Elamlıların başkenti Susa olması kesin olarak bunu gösteriyor.” (Ferhad Rahimi S.110-111)
Bu kaynak, Altay- Ural halkı olan ve o bölgeden Mezopotamya’ya Sümerlerin yazıyı oradan getirdiklerini ve bunu çağdaşı hatta öncüsü Elamlılardan aldıklarını söylüyor. Bizim Kureyşanlıların bu Elamlıların ardılları olan Kassitlerden olmaları kuvvetle muhtemeldir.
KUREYŞANLARDA KASSİT İZLERİ: Antik Çağ uzmanı Avustralyalı Prof. Dr. Trevor Bryce şöyle açıklamış. “Hammurabi’den sonra tahta geçen beş ardılı ile ülke 155 yıl daha varlığını sürdürdü. Fakat son dönemlerinde ülkede önemli huzursuzluklar başladı. Bu huzursuzluklar Babylonia’ya yeni aşiretlerin gelmesi ile daha da arttı. Gelenlerin arasında önceleri Dicle’de konuşlanmışken Babylonia’ya yayılıp Fırat’ın ortalarına kadar ulaşan ve at yetiştiren göçmenler vardı. Başlangıçta Babylonia’da barış içinde yaşadılar; metinlerde paralı askerler oldukları, tarım alanlarında ırgatlık yaptıkları ve kimi zaman da arazi satın aldıkları görülüyor. Sonradan Babylonia halkı ile çatışmalara girdikleri anlaşılıyor. Bunlar Kassitler adıyla anılıyordu.”[9]
Kassitlerle ilişkimizi daha önce açıklamıştık. Bu açıklamamızı destekleyen T. Bryce ile konuya devam edelim. “Avrasya steplerinden ya da Zagros Dağlarından kopup gelen bu grup, Eski Babil Krallığının yıkılışı esnasında tüm Babylonia’ya ve komşu yörelere yayılmıştı ve buralardaki halklarla barış içinde yaşamaktaydı. Kendilerine Galzu adını veriyorlardı ama biz onları – Akad dilinde Kassu adına izafeten- Kassitler olarak anıyoruz. Kassitler o dönemde Babylonia’da yerleşen göçmen topluluklardan yalnızca biriydi. Burada Asurlular, Elamlar, Aramilerin ataları ve diğer halklar da vardı. Ama Kassitler dilleri açısından onlardan net bir şekilde ayırt ediliyordu. Kassitçe sözcükler aracılığıyla günümüze ulaşabilmiş durumda. Bu çok kısıtlı bilgi dahi Kassit dilinin gerek Akadcadan gerek diğer Sami dillerinden tümüyle farklı olduğunu ortaya koyuyor. O dönemdeki Yakın Doğu krallıklarının yöneticileri Babylonia’daki Kassit krallarından ‘karduniaş ülkesinin kralı’ olarak söz etmekteydiler. Kassit dili hakkında çok az bilgi olmasının nedeni Kassit Krallarının ve genelde tüm halkın, yerleştikleri ülkenin dilini ve geleneklerini hızla benimsemeleridir. Metinlerinde ve yazıtlarında Babil ve Sümer dilini kullandılar. Buradaki gelenekleri benimsemekle yetinmeyerek daha da canlandırıp güçlendirdiler. Yerel halkla yapılan ve soylular arasında diplomatik nedenlerle gerçekleştirilen evlilikler de ayırt edici etnik özelliklerini giderek yitirmelerine yol açtı.” (T. Bryce. S. 50)
KUREYŞANLI PİR ALİ KOÇ VE HZ. MUSA’NIN KAYINPEDERİ ALİ’NİN EŞDEĞER KERAMETİ. (YAŞAYAN ANLATSIN): İyilik ve doğruluk abidesi kayınvalidem Mazgirt’in Kalearkası’ndan Adile Arslan anlatıyor: “Henüz 16 yaşında yeni evliyim ve ilk çocuğum Memed doğdu. Kocam Almanya’da işçi. 1965 yılıydı. Oğlum hastalandı. Yemeden içmeden kesildi. Ölüm noktasında. Artık umudumuzu kestik. Can vermesini bekliyoruz. Kureyşanlı pirimiz Ali Koç Mazgirt’in Kılaçi Köyünde oturuyor. Her sabah atıyla gelip bizim kapıdan geçip gidiyor. Çocuktan umudu kesmişiz. Kaynanam Şah Hanım dedi ki, kız sabah geçerken çocuğu götür atının ayaklarının önüne indir. Taze gelinim yüzüm kapalı. Baktım karşıdan atıyla geliyor. Bebeğimi kucaklayıp yola indim. Tam hizama geldi, bebeği götürüp atının önünde yola bıraktım. Atı durdurdu ve bana şöyle dedi. Kızım al götür çocuğunu, o iyileşecek, korkma. Fakat bu gün bu köyden başka bir adam ölecek. O gün çocuğum iyileşti ve dediği gibi köyümüzden başka bir adamda aynı gün öldü.”*
Şimdi de Garald Messadie’nin MUSA adlı kitabının 1. cildinden aktaralım. Önce kitabın ilgili kısmına ilişkin bir açıklama: Kitapta bahsedilen konu halk Sina’ya göçlerle gelmiş Altay-Ural halkı. Arap değil. Elam’lı olması kuvvetle muhtemel. Musa (o zamanki adı Mos) Peygamber olmadan önce Mısır Firavunlarından kaçıp gelince Sina’da sığındığı bu halktan ailenin babası Hasan, oğlu Ali ve kardeşleri kucak açıyorlar. Musa onların yanında soyguncularla savaşıp güvenlerini kazanıyor. Sonra bu Ali’nin amcası Yetro’nun kızı Tsippora ile evleniyor. Ondan doğan çocuğuna da Göçmen (Gerşom) adını veriyor. “İki gündür çocuğu meme de emmeyen ölmek üzere olan bir kadın, kucağındaki bebeğiyle Yetro’ya (Musa peygamberin kayın pederi) yaklaştı ve yalvardı. Ne olursun çocuğumu öldürme onu kurtar dedi. Yetro o çocuk senin günahlarını çekiyor dedi. Çocuğu sütanneye ver dedi. Senin sütün çocuğu zehirliyor dedi. Kızına bıçak getir dedi. Gelen bıçağı alıp kadının saçlarını kesti ve günahlarından arın dedi. Kadın söz verdi. Ölmekte olan çocuk iyileşti.”[10]
Evet demek ki, Hz. Ali’den iki bin yıl daha önce yaşamış bir Ali daha varmış. Her ne hikmetse bu Ortadoğu Ali’sinden 3355 yıl sonra Mazgirt’in Kılaçi Köyündeki Kureyşan Piri Ali Koç’ta benzer kerameti göstererek Mazgirtli bebek Mehmet Arslan’a yeniden can veriyor. Kayınbiraderim olan Mehmet Arslan halen kışları 27 yıl çalışarak emekli olduğu Mersin’de, yazları da Pir Ali Koç’un yeniden can verdiği Mazgirt’in Kale arkası köyündeki bahçesinde, bostanında çalışıyor. Takdir ve değerlendirme sizin.
ANTİK ÇAĞDA KUREYŞ VE KUREYŞANLILAR
Günümüz İran’nın Molla rejimi her şeyi İslam’a dâhil etme ve İslam’a dâhil olmayan her şeyi reddetmekte ve inkârla engellemektedir. Mollalar iktidarından önce şah Rıza Pehlevi İran coğrafyasını Batılı arkeolog ve araştırmacılara açınca çok kıymetli bulgu ve belgelerle tarihin karanlık kısmının önemli bir bölümü aydınlandı. Şurası hiçbir tarihçinin reddetmediği bir gerçekliktir ki, dünyada kurulmuş olan en büyük ilk imparatorluk Akhamenid (Akhaimenid) imparatorluğudur. Perslerin Hakhamaniş soyundan gelen bir boyun öncülüğünde kurulmuştur. (Hak’tan gelenler, Hak’kı hak edenler.) Aşiretler konfederasyonudur. Onlar kendilerine Parsa diyorlardı. Diğer bir adları da Anşanlılar. Bu Anşan ise yaşam yurtlarının adıydı. Anşanlılar, günümüzde Kureyşanlılar. Yunanlılar ve batılı tarihçiler ise onlara Persler dedi. Akdeniz havzasından Hindistan’a kadar uzanan o gün bilinen dünyanın üçte ikisine sahip olmuş en büyük ilk imparatorluktur. Kurucusunu, Heredot başta olmak üzere Greklerin; Krus, Kiros, Kyros, Kuruş vb adlarla niteledikleri Büyük Kuros bize göre Büyük Kureyş Babadır. Anşan’dan gelmiş ve Anşanlılar olarak anılan bir obanın (Aşiretin) mensubudur. Bizim Kureyşanlılar ile Anşanlılar yalnızca bir benzeme değildir. Kryos İ.Ö. 558-530 yılları arasında krallık yaparak dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmuştur. Dünyada adından önce BÜYÜK sözcüğünü yazdırmış ilk imparatordur. Ardından torunu Büyük Darius (Dara) ve onu takiben de batılı Makedon Kralı Büyük İskender gelmektedir. Ama gelin görün ki, batılılar bu ilk iki büyüğün büyüklüğünü görmezden gelip, son büyük olan İskender’i ise göklere çıkarmışlardır. Adına onlarca kitap ve sinema filmi yapılmıştır.
Bu konuya ilişkin bir anımı aktarmadan önce bir anımsatma. Benim kuşağım (68 liler) ve daha evvelkilerden hafızası yerinde olanları iyi anımsarlar. 1970 yılında Şah Rıza Pehlevi İran’ın kuruluşunun 2500. yıl dönümünü kutlama amaçlı tüm Dünya liderlerinin davetli olduğu daha önce eşi benzeri görülmemiş görkemli bir tören düzenlemişti. Hemen tüm dünya liderlerinin yanında Türkiye’yi de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay temsil ediyordu. Her lidere pahalı pırlanta hediyeler verilecekti. Şah’ın Türk ve özellikle Atatürk dostu olarak sekiz batılı dünya devi ülke Başkanlarının en başına oturttuğu Cevdet Sunay’ın önüne altın tepside gelen pırlanta yüzüklerin en başında onun adı yazılı olan pırlanta yüzük vardı. Sekiz devlet başkanı için özel yapılan ve her birinin parmak ölçüsüne göre yapılmış içinde sekiz yüzük olan tepsideki yüzüklerin bizim ki; bu oğluma, bu kızıma, bu damadıma, bu da bana diyerek yarısını cebe indirince herkes şaştı, ortalık ve protokol karıştı. Görevliler ne yapacaklarını bilemediler. Uzatmayayım daha sonra talk Showun öncü babası Öztürk Serengil bunu sahnede canlandırınca 12 Martın darbecileri tarafından içeri tıkılmak üzere aranmaya başlandı. Bir yük gemisinin ambarında Libya’ya sığınarak canını zor kurtarmıştı. İşte Şah 1970 yılında büyük atası Kureş’in İ.Ö 530 yılında kurduğu devletinin 2500. Yılını kutlayarak tüm dünyaya kültürünü, geçmişini, birikimini tanıtıyordu. Rakamlara dikkatinizi çekeyim. Akhamenidlerin imparatorluk olarak kuruluş yılı M.Ö. 530 + 1970=2500 bu da Şahın kutlama yılı.
İRAN ŞAH’INDAN BANA KADAR GELEN BİR ANI
1980 lerin başlarında İstanbul’da Türkiye’nin ilk ve tek turizm gazetesi olan ITM (Internationel Tourisme Magazine) de gazeteciliğe başlamıştım. İstanbul’u terk edip Marmaris’e yerleşince gazetenin sahibi Bülent Bey benim ege Bölge temsilciliğini yürütmekle görevlendirdi. Gazeteye turizm haberleri yapıyor ve köşe yazısı yazıyorum. Marmaris’te turizmin ne zaman ve nasıl başladığını araştırırken karşıma ilk otel olarak 1960 ların ortalarında yapılan Lidya oteli çıktı. Otelin kurucuları AP’li iki parlamenter olan Ziya Termen ve Hatay Senatörü Mustafa Deliveli idi. Kastamonu MV. Ziya Termen öldüğünden Mustafa Deliveli’den Gazete için söyleşi yapmak üzere randevu aldım. Bana ilk sorusu nerelisin oldu? Ben de her yerde ve her zamanki gibi Dersim’liyim deyince şaşkınlık geçirerek tekrar sordu. Tekrar aynı yanıtı verince hayret dedi, kimse bunu söylemez saklar dedi. Sonradan samimi olduğum bu beyefendi soyadıyla mütenasipti. Yani deli dolu biriydi. Purosunu yaktı kahveleri söyledikten sonra şöyle dedi. Bu gün benden sana röportaj yok. Bu gün sen bana röportaj vereceksin. Yarın sabah saat 08,00 de bana kahvaltıya gelirsen bu sefer ben sana röportaj veririm dedi. Çaresiz kabul ettim. Başladı bana Alevilik inancıyla ve Dersim, Munzurlarla ilgili sorular sormaya. Ben burada ona verdiğim yanıtları aktarmayacağım ama onun benden aldığı yanıtlardan sonra anlattıklarını olduğu gibi aktarmaya çalışacağım.
YAŞAYAN ANLATSIN, MUSTAFA DELİVELİ ANLATIYOR: “1960 ların ortasında bu oteli (Marmaris Lidya Oteli. Marmaris’in ve Türkiye’nin sahillerde yapılmış ilk ve en büyük otelidir.) yeni açmışız. Parlamentodan arkadaşım Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, İran Şahı’nın Türkiye’de bir deniz kıyısında tatil yapmak istediğini ve bunun bizim otelde olmasını istedi. Kabul ettim. Çağlayangil’in kızı İran sarayında Şahın yakını ile evli olduğundan hısımlardı. Çağlayangil Şahı getirip otele yerleştirdikten sonra gitti. Biz bu arada Şah ile samimi olduk. Bir gün kendisine dedim ki; siz nasıl Müslümansınız? Namaz kılmıyorsunuz, Hacca gitmiyorsunuz bu nasıl Müslümanlık? Dedi ki, bizim atalarımız eskiden bu topraklarda ki Munzur Baba’ya hâce olmak için gelirlerdi. Bizim kadim inancımızda hac yoktur. Hacelik vardır. İnsanı Kâmil olma, Hak (Tanrı) olma yolculuğuna çıkmaktır. Sizin Dersim’deki Munzur Baba, Sultan Baba ve Düzgün Baba bizim atalarımız. Atalarım Munzur Baba’ya bir hacelik ziyaretine geldiklerinde taş duvarlarla düzenlemeler yaptırmışlardı. Hatta bu çalışma esnasında Munzur Baba’ya ait tas veya bakracın düzenlemeyi yapan atamız tarafından bulunup götürüldüğüne ilişkin iddialar oldu. Ben de bu tatilin sonunda Munzur Baba’ya gidip bu Hacelik görevimi yapmak istedim fakat bizim elçilik görevlileri oranın tekin olmadığını söylediler. (1967/68 olaylarının başlangıcı ve DDKO’nın mitiglerinin başladığı yıllar. MY)” Kendisi de bir Nusayri Alevisi olan Mustafa Deliveli benden aldığı Dersim, Munzur Baba ve Alevilik yanıtlarından sonra Şah’tan bu anıyı aktarmıştı. Çağlayangil Celal Bayar’ın has adamıydı. Çağlayangil ile röportaj yapan K. Kılıçdaroğlu’nda da bu bilgilerin hatta daha fazlasının olması kuvvetle muhtemel.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım bizim Kureyş Baba, Kureyşanlılar ve Anşanlı Büyük Kuros benzerliği veya aynılığını onomastik ve prosopografi uzmanlarının gelecekteki çalışmalarında aydınlanacağına olan inancım tamdır. Ayrıca bizim Kureyşanlılar neden şu basit DNA testini yaptırmıyorlar. “DNA’ya Dayalı Zazaların Kökeni”[11] adlı çalışmada göstermektedir ki hiçbir Dersimlinin DNA sında Arap kırıntılarına dahi rastlanılmadı. Unutulmamalıdır kİ; “Antropoloji, geçmişte kim olduğumuzu, bunun bugün insanlar için ne anlama geldiğini ve yarın kim olabileceğimizi anlamak için bu büyüleyici tarihsel ağı çözmeye çalışıyor.”[12]
KROS VE KUREYŞ BENZERLİĞİNDEN SONRA BİSÜTÜN DAĞI VE DÜZGÜN BABA DAĞI BENZERLİĞİ: Büyük Kros ve Büyük Darius’dan (Büyük Kros’un torunu) günümüze kadar bozulmadan gelen iki önemli belge mevcuttur. Bunlardan birincisi; Bisütun kayalık yazıtı.
Bisütun Dağı Düzgün Baba Dağı
Bu yazıt bizim Düzgün baba dağına çok benzeyen Bisütun dağında yerden 60 m. yükseklikteki kayaya üç dilde yazılmıştır. Darius bu işi Yunanistan’dan getirttiği taş ustaları ve heykeltıraşlara yaptırmıştır. Askılı halatlar ve yüksek iskelelerle zor ve yüksek bir kayaya kazınmıştır. Büyük Darius 2500 yıl öncesinden günümüzün yağmacı define avcılarının vahşetini görmüş ve eserini onlardan koruma önlemi almıştır. Yazıt Perslerin ilk ataları Elamların dili olan Elamca, İbranice ve Babilce (eski Pehlevice-Persçe) olmak üzere üç dilde yazılmıştır. “Kirmanşah ile Hamadan, yani Medya’nın ana bölgesi antik Ektabana arasında Akhamenidler döneminde Bagastana (Tanrıların Yeri) olarak bilinen Bisütun Dağı yükselir. Akhamenid Krallarının en ünlüsü olan DARİUS’un büyük bir anıtı burada bulunmaktadır. Bisütun kaya dağı Akhamenidler döneminde dinsel-kutsal bir öneme sahipti. Heredot’un, Perslerin Tanrılarına kurbanlarını dağların tepelerinde sunduklarını bildirmesi, onlar ayrıca dağların kendilerine de kurban sunuyordu.”[13] Demektedir. Bisütun kayalık yazıtının baş dili olan Elamca 323 satırdan oluşmaktadır. Bu satırlarda şu ifadeler yer almaktadır.
“Büyük Kral, hukukun ve düzenin temsilcisi, toprakların ve köylülerin koruyucusudur, ona bağlı olanları ödüllendirir ve bu bağlılıktan kopmak isteyenleri cezalandırır.” Age. S.42
“Kral Darius bildirir ki: Sen ki sonradan kral olacaksın, yalan karşısında çok dikkatli ol. Bir yalan uşağı olan bir adamı çok sert bir şekilde cezalandır ki, ülken güçlü olsun. Sadakatsiz olmadığımı, ne ben ne de boyum (soyum), yalan uşakları ve zorba olmadıkları için, Ahura Mazda ve burada olan diğer tanrılar bana yardım ettiler. Adalete göre davrandım. Ne bir zayıfa ne de bir güçlüye zor kullandım. Benim evimden yana davranan bir adamı ödüllendirdim. Zarar vereni, sert bir şekilde cezalandırdım.” Age. S.42
Bisütün Dağındaki B. Darius yazıtı ve heykeli.
Cafer Çevik’in yaptığı kapsamlı Dersim Tarihi çalışmasında; “Millattan altı asır önce Yunan tarihçi ve coğrafyacıları, Dersim yöresini ‘Daranis’ olarak adlandırmışlardır. Bisütun yazıtında ise “zuza” diye söz edilmektedir.”[14] Buradaki Daranis Dersim’i, Zuza da Zaza’yı çağrıştırmıyor mu?
Darius bu yazıtta icraatlarını anlatmış ve varislerine nasihatlerde bulunmuştur. Dileyen yazıtın tamamını Google dan veya bu kaynaklardan okuyabilir.
Diğer bir kaynak kanıt ise Büyük Darius’un dedesi Kiros’un (Kures-Kureyş), Kyros Silindiri veya Babil Silindiri olarak günümüze gelen belgedir. Kiros Silindiri 1879’da, Asur bilgini Hormuzd Rassam tarafından Babil’deki Marduk Tapınağı‘nda bulunmuştur. Silindir günümüzde Londra‘daki Britanya Müzesi‘nde sergilenmektedir.
Elamca yazılan bu silindir mühür de Kral kendini şöyle tanıtır. “Büyük kral Anşan kralı, Kambyses’in oğlu, Kyros’un torunu, Büyük kral Anşan kralı Teispes’in soyundan gelen şeklinde tanıtır.”[15] Ayrıca Kürt tarihine ilişkin en kapsamlı araştırmalar yaparak bu konuda iki cilt kitap yayımlayan Malatyalı Bahoz Şavata bu konuda şunları aktarıyor.
“ Dara der ki bu kitabeyi Ahuramazda’nın yardımı ile yazdım. Ariaya (Ariyaca) – alfabesi komutu – ile ayrıca kil tablet ve parşömenlere uygulanmıştı. Ayrıca kendi figürüm olan bir heykel yaptım. Ayrıca soyumu bu kitabede – resim-heykel olarak- belirttim. Benden önce böyle bir eser hiç yazdırılamamış- bu yazdırılan ve okunan ilk eserdi. Diğer bir deyişle bu yazıtı iller arasında her yere ben gönderdim. İnsanlar bir araya gelerek onun üstünde çalıştılar.”[16]
Bir diğer önemli ve yeni kaynak da; En Eski Çağlardan Yirminci Yüzyıla- İRAN TARİHİ adlı yapıttır. Konunun en önemli uzmanları olan Rus, İran ve Azerbaycan tarihçilerinden, Mihail Sergeyeviç İvanov’un editörlüğünde yapılan çok kıymetli bir çalışmadır. Bu kaynağımız diyor ki; “Kutik İnşuşinak yazıtına göre İnşuşinak, Zagros’tan Mezopotamya’ya akınlar yapan Gutileri mağlup etti. M.Ö. 3. Binyılın ikinci yarısına gelindiğinde Mezopotamya’nın kuzeydoğu bölgesinde zayıf ancak zamanla güçlenen kabile birlikleri ortaya çıktı. MÖ 23. Asırda Diyala nehri yakınlarındaki Zahob şehrinde bir kayanın üzerine Akadça yazılan lullubilerin Kralı Anubani’nin yazıtı bulunmaktadır. M.Ö. 2. Binyılda lullubi halkı, Urumiye’ye kadarki İran’ın kuzeybatı sınırlarında ve Irak’ın komşu bölgelerinde yaşıyordu. Gutilerin torunları o dönemde Luristan’ın kuzeyindeki Zagroslarda yaşıyordu. Kutik- İnşuşinak’ın geçici başarısına rağmen, Gutiler Mezopotamyayı ele geçirdi. Muhtemelen Elamlıları da yendiler. Gutilerin Sümerler ve Akadlar üzerindeki hâkimiyeti bir asıra yakın sürdü. (M.Ö. 22. Asır) Kabile konfederasyonu olarak kurulan Guti ittifakı, birliğin zayıflamasıyla dağıldı ve Mezopotamya üzerindeki Guti hâkimiyeti de sona erdi. O dönemde Elam ülkesinde hâkimiyet Simaş hanedanına geçmişti. Simaş Hanedanı, Elam kraliyet listesine göre ülkeye hâkim olan ikinci hanedanlıktır. Daha sonra Anşan öne çıktı. M.Ö. 1900-1850 yıllarında Ebarti, Anşan ve Susa kralları hanedanı kurdu. Bu hanedanlık M.Ö 14. Asra kadar saltanat sürdü. Bu dönemde ülkeyi birkaç yönetici birlikte yönetiyordu.”[17] Buradaki Anşanlılar Kureyşanlıların ön ataları olmaları kuvvetle muhtemeldir. Makedon Kralı İskender Pers Kralı Darius’u (Dara)* yenerek Pers imparatorluğuna M.Ö. 330 da son verdi. İskender fethettiği bu imparatorluk halklarını tanıyınca onlara hayran kaldı. Bu yerel halktan kimilerini kendine komutan yardımcısı yaptı. İlk resmi evliliğini Altay-Ural halkından Roksana (Ruke- Ruken- Ruka) ile yaptı. Komutanlarına da şunu söyledi. Bunlar çok asil bir halktır. Makedonya’daki eşleriniz dursun ama siz buradan da birer eş alarak kanlarınızı bu asil kan ile karıştırarak çocuklar yapın dedi. Tarihçiler İskender’in bu öncü ve örnek evliliğiyle on binlerce askerinin bu şekilde evlilik yaptığını yazar. İskender’in kendisine ilk eş seçtiği Roksana bir Altay- Ural mensubu olarak bu halkın evladıdır. Kureyş kızı olması kuvvetle muhtemeldir. Elamlıların da Kureyşanlıların ilk otokton ataları olması olasılığını yukarıda aktarmıştık. Kürtlerin Kuzey Irak’ta katlettikleri Dersim, Nazimiyeli büyük deha hemşerimiz Dr. Şiwan’nın (Sait Kırmızıtoprak) tek kızının adının Ruken (Roksana), tek oğlunun adının da Dara (Darius) olması sizce nereden geliyor?
İskender’in ölümüyle dağılan Makedon İmparatorluğunun ardından M.Ö.247 de bir satraplık olarak kurulan Part devleti daha sonra bir imparatorluğa dönüşerek tüm İran ve Ortadoğu topraklarına sahip oldu. M.S 224 yılına kadar yaklaşık 500 yıl yaşadı. Ardından kurulan Sasani devleti de yaklaşık 500 yıl yaşadı. Bu iki devlet de Perslerin ardılı Altay-Ural kökenli olan Elamlıların, Kassitlerin, Anşanlıların, Gutilerin, Perslerin, Partların ve Sasanilerin ardılı olup Kureyşanlıların ve Dersimlilerin Antik Çağdaki ataları olmaları kuvvetle muhtemeldir.
GÖBEKLİTEPE’DE ALEVİLİK İZLERİ: Prehistoriklerin özellikle mezolitik, paleolitik ve neolitik çağ ilgili ve bilgililerinin bileceği üzere; Göbekli Tepe 1995 te açılmadan önceki insanlık tarihi Sümerlerle başlıyordu ve beş bin yıllıktı. Ünlü Alman arkeolog Klaus Schmidt’in kalan tüm yaşamını adayarak yaptığı Göbekli Tepe kazılarından çıkan bulgular insanlık tarihini oniki bin yıla götürdü. Dünyaca ünlü İngiliz tarihçi ve araştırmacı Andrew Collins ise “GÖBEKLİ TEPE VE TANRILARIN DOĞUŞU[18]” kitabıyla bu arkeolojik çalışmalardan çıkan bulguları en doğru yorumlayan kişi oldu. A. Collins Göbekli Tepe ile birlikte, kadim Dersim coğrafyası olan Muş’un Varto İlçesine bağlı Muska (yeni adı Beşikkaya) köyündeki Alevi Hıdır Çelik’in cennet bahçesine misafir oluyor. Collins’in 500 sayfalık bu kitabının özetini burada verme olanağım yok. Ama isteyen okurlar Collins’in Göbekli Tepe ve Alevilikle ilişkilendirdiği hususlara kitabın 340,341,468,470,471,472,484 ve 485. sayfalarına özellikle bakabilirler.
ANTİK ÇAĞ DÖNEMİNE ÖZET: Arkeolojik bulgular ve tarih araştırmaları şunu bize en açık biçimde aktarıyor ki, dünyanın ilk büyük imparatorluğunu kuran Persler İranlı ve Fars değildir. Elamlıların ardılı olup Ural- Altaylardan İran’a gelme olasılığı daha fazladır. Eklemeli dilli Ural – Altay dil ailesine mensupturlar. Kureyşanlar da bu halkın ardılı olup günümüz Dersim’ine buradan gelen kırmanç halklardan bir boy, aşirettir. Dersim’de bir olma aşiretler, kadim, otokton halklar vardır. Bir de gelme aşiretler vardır. Kureyşanlılar da Saltuklular, Kalanlar, Kırğanlar, Ağuçanlar vb gibi gelme bir aşirettir. Kureyşanlıların Elamlıların ardılı olan Perslerin bir kolunun ardılları olmaları kuvvetle muhtemeldir. M.Ö Antik Çağ ve öncesindeki Kureyşan bulgularından sonra artık M.S ve İslam’dan sonraki Kureyşanlılara geçebiliriz.
M.S VE İSLAMDAN SONRA KUREYŞANLILAR. Yaşayan anlatısından bir anım: 2006 yılında Orta Asya’daki Türki devletlerde Aleviliği araştırırken Kazakistan, Çimkent’teki (Türkistan) Ehli Beyt Vakfını ziyaret ederek Vakıf Başkanı ile röportaj yapmıştım. Ahmet Yesevi külliyesinden sonra Vakıf Başkanı ile A. Yesevi’nin doğduğu köye giderek anne ve babasının türbelerini de ziyaret etmiştim.
Mehmet Yürek Pir Ahmet Yesevi Küllüyesi önünde-2006
Vakıf Başkanı ile yaptığım söyleşide şunları sormuştum. “Ben Türkiye’de soylarını Ehli Beyte dayandıran tüm Alevilerin Hz. Hüseyin’e bağladıklarını gördüm. Buraya geldim sizde Hz. Hüseyin atamızdır diyorsunuz, neden? Hz. Hüseyin’den Kerbela’da tek bir çocuk Zeynel Abidin kurtuldu. Oysa aynı Peygamber’in torunu ve aynı Hz. Ali’nin oğlu olan Hz Hasan’ın onlarca erkek çocuğu vardı. Neden kimse soyunu Hz. Hasan’a bağlamıyor?
Mehmet YÜREK, Pir Ahmet Yesevi’nin sandukasının başında-2006
Yanıt şöyle geldi. Hocam Hz Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin bizim yeğenimiz idi, bizim kanımızı taşıyordu.
M.Yürek, Türkistanda Ehlibeyt Vakfı Başkanı ve yöneticilerle röportajda-2006
Nasıl, diye sordum?
Yanıtı: 639 Yılında Halife Ömer Müslümanlaştırmak amacıyla atalarım Sasanileri kanla, kılıçla yendi. Kralımız Yezdigard yenilip yaralı olarak Hint bölgesine kaçıp canını zor kurtardı. Eşi ve tüm aile efradı esir alınarak Mekke’ye götürüldü. Bu esirlerin arasında Kral Yezdgard’ın dünyalar güzeli kızı Şahbanu’da vardı. Esirler Mekke’ye götürüldüğünde Halife Ömer, Hz. Ali ve diğer İslam kurmayları camide yuvarlak halka bağdaş kurmuş sohbet ediyorlardı. O anda içeri giren elçi Kumandan Halidi Bin Velid’in esirler gönderdiğini ve içlerinde çok güzel bir kral kızının da olduğunu Ömer’e haber verdi. Bunları ne yapalım diye sordu? Hz. Ömer, götürün köle pazarında satın ve parasını beyte mala koyun diye emir verdi. Hz Ali, Peygamberimizin hadisi var dedi. Kral ailesi mensuplarına onlara layık olarak davranılacak. Ömer Ali’ye dönerek madem olmaz diyorsun çözümü de sen söyle dedi. Hz. Ali’de, getirin buraya ya içimizden birini kendine eş seçsin ya da köle pazarında satılmayı tercih etsin dediler. Kızı getirdiler. Halka yapmış Arapların etrafında bir tur atarak hepsini gözden geçirdikten sonra gelip Hz. Hüseyin’in başını işaret etti ve ona eş olarak verildi. İşte Kerbela’da kurtulan Zeynel Abidin bizim bu kızımız Şah Banu’dan doğan yeğenimizdir. Bizim soyumuzdandır, kanımızdandır dedi.)[19]
Mehmet Yürek, Pir Ahmet Yesevi’nin doğduğu köyde. Pirin Anne ve Babasının Türbesinde-2006
Türkistan Ehlibeyt Vakfı Başkanının verdiği yukarıdaki bilgi başta bizim DİB kaynakları ve İlahiyat Akademisyenlerinin çalışmalarında olmak üzere diğer İslam ülkeleri kaynaklarında da farklı dil ve sözcüklerle olsa da aynı anlamda onlarca kaynakta işlenmektedir.
Araplarla bundan başka bağlarınız var mı diye sordum.
Var dedi Başkan ve anlatmaya başladı.
İslam’dan önce Hz Muhammed’in dedesi Abdulmuttalip ticaret için deve kervanlarıyla Horasan’a memleketimize sıkça gelip giderlerdi. Bu geliş gidişlerde çocukları ve hatta torunu Hz Muhammed’in de defalarca bizim ellere geldiği vakidir. Bu geliş gidişlerde bazıları 6 ay, bir yıl kalıp çalışırlardı. Bir dahaki seferdeki kervanla memleketlerine dönerlerdi. Bizim Aryan atamız ve pirimiz Ali bey’in hizmetinde çok çalıştılar ve ona çok bağlandılar. Hatta bir seferinde Abdulmuttalip yanındaki oğlu Ebu Talib’i göstererek; bu oğlumun eşi hamile, erkek olursa sizin adınızı vererek sizin kirveniz yapmak istiyorum. Bu da torunum Muhammed onu da sizden bir gençle musahip yaparak yüksek ahlak ve vicdana dayalı olan sizin dininize girmek istiyoruz, dedi. Pir Ali Bey, bizim tanrımız da, şeytanımız da insandır. İnsanın iyisi, hakikisi yani eline, beline, diline sahip olanı tanrımızdır. Bunun aksini yapanı da şeytanımızdır, dedi. Eğer kendinize güveniyorsanız buna uygun yaşayabilecekseniz hay, hay diyerek kabul etti. Abdulmuttalip ve beraberindeki akrabaları İkrar verip kirvelik ve musayiplik bağlayarak Alevi oldular.
Bunu nereden aktarıyorsunuz, kaynak var mı diye sordum.
Yanıt: Tüm bunlar ve daha fazlası Kazak, Rus, İran, Afganistan, Pakistan ve hatta Hindistan kaynaklarında var. Bir tek siz Türklerin kaynakları yazmayıp saklarlar. Çünkü o zaman İslam’a Alevi gölgesi düşer diye korkarlar.
. Hz Muhammed ile ilk eşi Hatice islam’ı icat etmeden önce tüm ailesi ve sülalesi Alevi olmuştu dedi ve bana dönerek şöyle dedi:
Hep siz soruyorsunuz muallim efendi, iznin olursa 1-2 soru da ben size sorayım dedi.
Sor dedim.
Birinci sorum şu: Bakın bakalım Hz. Ali’den önce Araplarda hiç Ali ismi var mı? Yok, biz hiçbir kaynakta bulamadık. Eğer siz bulursanız bize de haber verin.
İkinci sorum ise, Amcası Ebutalip, Hz. Muhammed’e babalık yaparak büyüten kişi olmasına rağmen neden ölünceye kadar Müslümanlığı kabul etmedi. Aynı şekilde halalarının yarısı da Müslüman olmayı kabul etmeden öldüler. Sizce neden?
Son sorum ise şu: Hz Hüseyin 680 yılında Kerbela’da Yezit ordusu tarafından şehit edilirken sizce savaşmak için mi Küfe’den ayrılıp kuzeye doğru ailesiyle birlikte yolculuğa çıkmıştı? Siz Dünya savaş tarihinde beş bin kişilik orduyla savaşmak için 72 kişilik ailesiyle ve o ailenin de çoğu kundaktaki bebek, yaşlılar, kadınlar ve hastalarla savaşa girmiş başka bir kumandan ve kişi gösterebilir misiniz?
Vallahi bunu hiç düşünmemiştim. Bana çok ilginç geldi. Neden? Lütfen siz açıklar mısınız?
Bize göre; Halife Osman, Kahire Valisi Halife Ömer’in oğlu ve beraberindekiler tarafından öldürülüp gasp ettiği Yahudi’nin evinin fosektif çukuruna gömüldükten sonra, Hz. Ali Halife oldu. Daha önce kayınpederi olan İslam Peygamberinin cenazesinin üç gün yerde bırakıldığını yaşamış ve 14 kişi zar, zor bularak cenazeyi kaldırmıştı. Tüm bunları yaşayan Hz. Ali kendi sonunun da Hz. Muhammed, Ömer ve Osman’dan farklı olmayacağını gördü ve anladı. Halife olur olmaz iki oğlu Hasan ve Hüseyin’i çağırarak şu vasiyetini yaptı. Evlatlarım bu size kesin vasiyetimdir. Beni de Peygamber dedeniz veya diğer halifeler gibi bir gün şehit edecekler. Sakın o zaman halifelik davası gütmeyin. Hatta sizi ısrarla ve zorla halife yapmak isteseler bile sakın halife olmaya kalkmayın. Tüm aile efradınızı toplayarak bu toprakları terk edin. Doğruca Horasan’a kirvelerimizin yanına giderek hem canınızı ve ailelerinizi kurtarın hem de gerçek dininize kavuşun dedi.
Hz. Hasan şöyle itiraz etti. Ne diyorsun babacığım ne Horasan’ı hangi dinden bahsediyorsun dedi.
Bakın evlatlarım bu konuda itiraz istemiyorum. Bu size vasiyet ötesinde de kesin emrimdir. Harfiyen uygulayarak hem kendinizi hem de ailelerinizi kurtaracaksınız. Bu konudan şimdiye kadar size bahsetmediğim için hatalıyım. Ben büyük dedeniz yani babam Ebutalip’i dinlemedim, küçük dedeniz Muhammed’i dinleyip onun yolundan gittim. Yanlış yaptım ve yanıldım. İslam diye bir din yok, o ilk gelen ayetlerin hepsi Hatice’nin uydurmasıdır. Siz Horasan’a gittiğinizde büyük dedeniz Ebutalip’in dinini görecek inanacak ve o gerçek dini yaşayacaksınız, dedi.
Büyük oğlu Hz. Hasan babasının bu vasiyetini dinlemedi halifelik peşine düştü. Ne oldu Muaviye Hasan’ı karısına zehirleterek öldürdü. İşte tüm bunlardan sonra Hz. Hüseyin tüm aileyi bebek, yaşlı, çocuk ne varsa toplayarak Horasan yolculuğuna çıktı. Yezit önce, bırakalım cehennem olup gitsinler memleketimizden dedi. Fakat Yezid’in kumandanı Ömer bin Sa’d şöyle itiraz etti. Bunlar yukarıya Horasan’daki Kızılbaşlara gidiyorlar. Orada güçlenerek üzerimize gelirlerse halifeliğiniz de iktidarınız da gidebilir. Yezid karar değiştirerek, 10 Ekim 680 günü 5000 kişilik ordusuyla 72 kişiyi bir kaç çocuk ve hasta dışındakilerin tamamını kumandanı Ömer bin Sa’d‘a kılıçtan geçirterek katletti. Bunları anlattıktan sonra, şimdi siz söyleyin bakalım dedi, Orta Asyalı bu Ehlibeyt Vakfı Başkanı; Hz. Hüseyin savaş için mi Kerbela’daydı? Yoksa dayılarına, dindaşlarına katılmak için Horasan yolculuğunda iken yolu mu kesilmişti?
Tüm bu anlatılanların ve soruların karşısında donup kaldım. Ben Başkana bir cevap veremedim.
Bana dönerek biraz şaşırdınız muallim efendi dedi. Doğrusu evet dedim. Hatta biraz değil çok şaşırdım dedim.
O zaman daha fazlasını söyleyerek sizi daha fazla şaşırtmayayım, dedi. Hayır dedim, lütfen anlatın sayın başkan dedim.
Sizce Ömer Halife olur olmaz ilk iş olarak neden atalarım Sasanileri katletti? Bilmiyorum, siz anlatın dedim.
Madem ısrar ediyorsunuz son bir tane daha anlatayım dedi ve başladı anlatmaya: Hz Ömer Halife olur olmaz ilk iş olarak atalarım Sasanileri katlederek 500 yıllık ülkemizi aldı. Son kralımız Yezdigard’ın eş ve kızlarını esir alarak Mekke’ye götürdü. Hz. Hüseyin’nin eşi Şahbanu’nun Kralımızın esir alınan kızı olduğunu ve Kerbela’da hasta ve çocuk olduğu için kurtulan Zeynel Abidin’in annesi olduğunu yukarıda söylemiştim. Ömer niye ilk iş olarak Zerdüşti Alevi olan atalarımız kırdı biliyor musunuz?
Hayır dedim. Anlatın lütfen.
Çünkü Ömer, Hz Muhammed’in dedesi Abdulmuttalip’den başlayarak, Hz Ali’nin babası Ebutalip ve kardeşlerinin Alevi olduğunu biliyordu. Zerdüşti Alevi karışımı bir inanç sahibi olan Sasanileri yıkan Ömer Hz Ali sülalesinin bu bağını da yıkmış oldu. Biz bu Halife Ömer’i en zalim, en adaletsiz kişi olarak biliriz. Siz Türkler ise en adaletli bilir hatta Hz. Ömer adaleti dersiniz. Sizin orada bir Fetullah Hocanız var. Gelip buradan bizim gençlerimizi toplayıp götürüyorlar orada güya İslam’ı öğretecekler. Gençlerimiz sizin İslami tedrisatınızdan döndükten sonra bakıyoruz ki, Müslüman olacağına Arap’çı olmuşlar. Bu zehirlenen gençler yakında El-Kaide, İşid, Hizbullah gibi teröristler olup Müslümanların ve insanlığın başına bela olacaklar. Biz sizdeki dini Müslümanlık değil, Arapçılık, hatta Bedevicilik olarak görüyoruz, diyerek kestirip attı.
Türkistan Piri Başkan’dan bu dinlediklerimden çarpıldım. Otelime döndüm uyuyamıyorum. Kafamda derin ve deli fırtınalar kopuyor. O gece aklımdan geçenleri not defterime şöyle kaydetmişim.
“Acaba Hz Muhammet’ten amcası Ebutalip ve dedesi Abdulmuttalip’e uzanan bu Horasan’daki Pir Ali Bey ilişkisi bizim Kureyşenların Mazgirt’in Klaçi Köyündeki Pir Ali Koç’un atası olabilir miydi? Duyduklarım, gördüklerim ve izlenimlerim bana bunları düşündürdü. Siz olsaydınız nasıl düşünürdünüz, ey okur? Merak ediyorum?
Ben Türkistan Pir’inin bu sorularını yanıtlayamadım. Yanıtı olanlar yazarlarsa sevinirim.
“Geçmişi kontrol eden geleceği de kontrol eder ve şimdiki zamanı kontrol eden geçmişi yönetir.” George Orwell
ÖN ATALARIMIZ ARYENLERDE VE GÜNÜMÜZ DERSİM ALEVİLERİNDE SU KÜLTÜ, GOLA ÇETU, MUNZUR BABA VD.LERİ: Bu bölümde değerli dostum ve bu konuların Türkiye’deki en büyük uzmanı olan Bingöl – Kiği, Bıleceli Hüsnü Gürbey’den aktaracağım. “ Su’da hayat, dinçlik ve ebedilik bulunur. Sular her şeyi temizleyip yeniden canlandırır. Zerdüşt inanışının su tanrıçası Ardvi Süra Anahita’dır. Anahita, sürüleri, varlıkları, zenginlikleri, toprağı çoğaltan, bütün insanların tohumunu, bütün insanların rahmini temizleyen, onlara gereksindikleri sütü veren azize olarak tasvir edilir. Zerdüşt geleneğinde Anahita’ya seremoniyle kurbanlar sunulur. Mithra diye adlandırdıkları Güneş (Helius) ve ay (Selene ve Anahita (Artemis) ve ateşe, toprağa, suya taparlar. Tanrı diye bu ziyaretlere bir yüksek mevkide kurbanlar sunarlar. Kurban törenini idare eden pir (maği) eti taksim eder ve herkes payını alıp gider. ”[20]
“Artık su tanrıçasının yerini Anafatma almıştır. Anahita süreç içinde Anafatma olmuştur. Munzur Dağı mitolojiye göre mukaddes bir dağdır ve su ilahesi Anahita bütün ari kavimlerin anası olup o annenin sütünü içmek anlamında olduğu için, Zerdüşt dini ananesine göre avuçla su içerek bir şeye söz vermek, hilafına hareket edersem ilahe annemin sütü bana haram olsun demektir. Toplumsal kurallara aykırı hareket edenlere sütü bozuk denilir. Tersi dürüst çalışkan toplumsal kurallara uyanlara da sütü helal denir.” (Gürbey, s. 64)
“Suyun kutsiyeti Aryen uygarlığının ortak özelliklerinden biridir. Hind inanışında Ganj Nehri kutsal bir Ana’dır. Kızılbaşlarda olduğu gibi Budizmde de iki nehrin birleştiği yer, kutsiyetin en yoğun olduğu yerdir.” (Gürbey Hüsnü. S. 65) Bizim Gola Çetu örneği.
KUREYŞ’İN KERAMETİ HURAFESİ: Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat zamanında uydurulmuş şecereler mevcuttur. Bu hurafe şecerelerde; Kureyş yanan fırına girip bıyığı buz tutmuş olarak çıkar. Baba Mansur taş duvara binip yürütür. Kureyş Baba aslana binerek yılanı asa olarak kullanır vb hurafeler mevcuttur. Sormak gerekir ki; Kureyşanların soyunu dayandırdıkları Hz. Muhammed ve Hz. Ali böylesi kerametler gösterememişken ardılları nasıl bu kerametleri gösterebiliyor? Bu uyduruk şecereler Selçuklu Sultanının Kızılbaş topluluklarını devletine bağlama çabasından başka bir şey değildir.
“Sultan’ın neden olduğu keramet, şecere geleneği gibi hurafeler, Kızılbaşlık gibi materyalist bir düşünce geleneğine sahip Aleviliğe girmesine neden oldu ve inanç bunlardan yakasını bir türlü kurtaramadı.
İnsanı Kamil’dir her derde derman,
Hurafeye değil, bilime inan.
Ayakta durduğun dünyayı kuran,
Sana melek, bana insan görünür.
Ozan’nın Kevn-ü mekân adlı beyiti.
Kızılbaş Alevi inancı için şunu net söyleyebiliriz ki, klasik/ semavi bir din değildir, temel prensipleri, ilkeleri ve ahlaksal değerleri olan bir doğa, felsefi inançtır. Tanrı anlayışı bu felsefeye göre düzenlenmiştir. Tanrılar tümüyle insandırlar, insan suretinde veya donunda yeryüzüne zaman zaman gelip gitmelerine rağmen ölümsüzdürler ve insanüstü güçlere sahip olmakla insandan ayrılırlar. Kızılbaş Alevi inancında Allah yoktur, Allah Arapça bir terimdir. Onun yerine Hak, Hek, Heq vardır. Kızılbaş inancına göre tek ve sonsuz varlık doğadır, doğadan başka hiçbir şey var değildir.”[21]
KUREYŞANLAR VE DERSİM: Yukarıda kısaca değindiğim gibi Dersim’de bir yerli pirler vardır, bir de Orta Asya’dan gelme Horasan ocakları vardır. Kureyşanlar, Sarısaltıklar, Ağuçanlar ve Seyrıza’nın mensup olduğu Kalan-Abasanlar ve daha birçok ocak Selçuklular ve daha sonra da Moğollarla Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmişlerdir. Kureyşanlar ilk geldikleri dönem de Selçuklular tarafından Konya, Kırşehir, Akşehir, Kayseri gibi iç ana dolu kentlerine yerleştirilmişlerdir. Bu yıllardaki Kureyşan ataları ve liderleri olan Seyit Mahmut Hayrani ve kardeşi veya amcasının oğlu olan ve daha çok Nasreddin Hoca olarak bilinen asıl adı Ahi Evren Hace Nasirü’d-din Mahmud el Hoyi’dir. Bu konuyu aşağıda geniş açıklayacağımdan şimdilik kısa geçiyorum. Ahi Evren yani Nasreddin Hoca ve Seyit Mahmud Hayrani gibi Kureyşan atalarının öncülüğündeki Aleviler Babai isyanlarında Baba İlyas’ın safında yer almışlardır. Selçuklu sarayına yaslanan ve onlardan beslenen Mevlana’nın kışkırtması ile Selçuklu zulmüne maruz kalarak sürülmüş veya doğuya doğru kaçmışlardır. Adıyaman, Malatya, Erzincan ve Dersim’e gelerek yerleşmişlerdir. Dersim’e gelenler ağırlıklı olarak; Mameki (Tunceli), Nazımiye ve Mazgirt’e yerleşmişlerdir. Kureyşanlar Mazgirt’e geldiklerinde Mazgirt’te iki önemli ve saygın pir ocağı bulunuyordu. Biri Turabi Ocağı, diğeri de Çoban Baba ocağı idi.
Çoban Baba Türbesinde Mazgirtli ziyaretçiler. Öndeki kayınvalidem Adile Arslan -2023
Bu Çoban Baba’nın türbesi halen Mazgirt mezarlığının girişinde bulunmaktadır ve geçen yıl yitirdiğimiz şair dostum Dedocan Luvi’nin dedesidir. Mazgirt Cem Evini de bu Dedocan’ın büyük abisi Veli dede AKP hükümetine yaptırmıştır. Kureyşanlar ve Baba Mansurlar gelince bu yerli pirler olan Turabi Dede ve Çoban Babaya savaş açarak öz vatanlarından zorla çıkarmışlardır. Çoban Baba Tercan’a, Turabi dede de Bingöl, Kıği, Bılece’ye gidip yerleşmişlerdir. Bu konuyu yine konunun uzmanı dostum Hüsnü Gürbey’in üçüncü kitabından aktarayım.
Mazgirt- Çoban Baba Türbesi-2023
“Şedadilerin/Şadiyanların en büyük ocakları olan Turawiler ocağı; Dersimlilerin kutsal ocakları olan Kureyş ve Baba Mansur Ocaklarından çok önce, ilk Muxundi’de (Darıkent) kuruluyor. Muxundi Sanskritçe kökenli olup, kelime anlamı ‘kutsal ziyaret yeri’ anlamına geliyor. Deylemlilerin göçleri ile birlikte gelen ve Muxundi’ye yerleşen Baba Mansur ve Kureyş Ocakları, Turawi ocağını baskılıyorlar. Turawi ocağı baskılanırken, Kureyş ve Baba Mansur ocakları öne çıkıyor. Yaklaşık olarak 1800 lü yılların başında bilemediğimiz bir sebepten dolayı Muxundi’den göç eden Turawi ocağı mensubu Memede Şeman, Bılece’ye yerleşir ve ocağın devamı olan ‘Ocağe Qeresli’ yi (Karesi Ocağını) kurarak Rayverlik ve Pirlik hizmetine devam ederler. 1994 te vefat eden son raywer Mehmet Efendi hep şunları derdi: “Kureyş ve Baba Mansur ocakları hakkımızı gasp etmişlerdir.” Nedenini de şöyle açıklardı. Muxundi’ye gelen Baba Mansur burada bir ocak inşa etmektedir. Kendisi duvar yaparken ceddimiz Turawi’de ona mışaklık (yardımcı usta) yapar. O esnada Kureş rüyasında Baba Mansur’u görür ve onu ziyaret etmeye karar verir. Duvar üstünde olan Baba Mansur, uzakta bir ayıya binmiş elindeki yılanı da kamçı yerine kullanan Kureş’in tozu dumana katarak kendilerine doğru geldiğini görür. Onu karşılamak isteyen Mansur, Turawi’ye dönerek, Raywerim himmet eyle ki Kureyşi karşılamaya gideyim. Turawi’nin himmet erenlerin olsun demesiyle, duvar Kureyş’e doğru gider. Duvarın yürüdüğünü gören Kureyş, ayıdan inerek, Mansur’un ellerine yapışır ve şunları söyler: Beni bağışla pirim, keramet sendedir, ben canlıyı yürüttüm sen ise cansızı, bundan böyle pirimiz sizlersiniz.
Baba Mansur Turawi’yi göstererek: Keramet benim değildir himmet eyleyenindir. Bundan dolayı Raywer Mehmet Efendi, Kızılbaş Kürt taifesinin üçte biri Turawi ocağına bağlıdır ama bu hakkı gasp edilmiştir, der.”[22]
“Bu evrensel aldatmaca çağında gerçeği söylemek daima bir eylemdir.”
George Orvell.
KUREYŞANLARIN BİN YIL ÖNCE YAŞAYAN EN ÖNEMLİ ATASI NASREDDİN HOCA OLARAK BİLDİĞİMİZ ANADOLU AHİLİĞİN KURUCUSU AHİ EVREN’DİR.
Bu konunun Dünyadaki en büyük uzmanı Prof. Dr. Mikail Bayram’dır. Yedi yıl önce yayımladığı bu kıymetli eserini okuyunca kendisine telefonla ulaşıp sordum. Hocam Ahi Evren yani Nasreddin Hoca ile Seyyid Mahmud Hayrani’nin akrabalıkları var mıdır, varsa nasıldır? O Saygın Hoca önce bir Dersim Çobanı olarak bu kitabını böyle titizlikle okuyup sorular sormamdan son derece mutlu oldu. Ve dedi ki, “ikisinin de ön ataları Mahmud. İkisi de Hoy’lu. Amca çocukları olma olasılığı da olabilir ama bana göre kardeşler dedi.” Bu makaleyi yazmaya başlayınca Hocayı arayıp bu bilgiyi yeniden teyit ettirmek istedim. Maalesef hocamız ileri yaş hastalığına mustarip ve konuşamayacak durumda olduğundan konuşamadık. Kendisine sağlık ve şifalar dileyerek konuya devam edelim. Ayrıca M. Bayram’ın 2016 daki ilk kitabında şu bilgiyi de görüyoruz. “Hace Nasirü’d-din, Akşehir’de medfun bulunan Seyid Mahmud Hayrani’nin 1257 yılında düzenlediği vakfiye senedine Hace Nasirü’d-din Mahmud adıyla imza koymuştur.”[23]
NASREDDİN HOCA LAKAPLI OLUP ASIL ADI AHİ EVREN’İN KISACA YAŞAMI
Gerçek adı, “Hace Nasiru’d-in Ebü’l- Hakayık (Seyyidü’l Muhakkikin) AHİ EVREN, b. Ahmed el- HOYİ olarak geçmektedir.”[24] Yine Prof. M. Bayram’a göre 1171 yılında Azerbaycan’ın Hoy şehrinde doğduğu ve 93-94 yıl yaşadığı anlaşılmaktadır. Ahi Evren Hace Nasirü’d-Din, Piri olan Ehvadü’d-din Hace Hamid el-Kirmani ile birlikte Anadolu’ya gelmiştir ve pirinin kızı Fatma Hatun (Fatma Bacı) ile evlenmiştir. (M. Bayram, s.22-23) Yine Prof. M. Bayram’ın diğer ve daha kapsamlı bir çalışmasından öğreniyoruz ki; “ Mevlana’nın kışkırtması ile 1261 yılında Kırşehir’de Selçuklu kumandanı Nureddin Caca tarafından Mevlana’nın büyük oğlu Alaaddin ile birlikte şehit edilmişlerdir. Alaaddin’nin cenazesi Konya’ya babasına götürülürken Ahi Evren yani Hace Nasirü’d-din’in cenazesi Kırşehir’de sonradan talipleri tarafından yapılan Caminin bitişiğinde defnedilmiştir.”[25]
Hace Nasirü’d-din yani Ahi Evren yaşamı boyunca yirmi kitap yazmış bir filozoftur. Bunlar M. Bayram Hoca’nın tespit edebildikleridir. Fakat tüm bu çalışmaları isim adaşı olup Alamut kaçkını olan ahlaksız Hace Nasirü’d-din Tusi’ye mal edilmiştir. (M. Bayram 1. Kitap s.12) Bu gün olduğu gibi o günün rejimi de böyle büyük bir zatın bu kıymetli eserlerinin Alevi birine ait olmasını istemeyerek engelliyordu.
“Biricik ahlaksızlık, insanın yapması gereken şeyi yapması gerektiği zaman yapmamasıdır.”
Jean Anouilh
MEVLANA VE ŞEMS’İN KİŞİLİKLERİ VE AHİ EVREN (NASREDDİN HOCA) İLE MÜCADELESİ
Mevlana söylemleriyle (yazdıkları, beyitleri, şiirleri) önemlidir. Fakat bu büyük söylemlerin yanında eylemleri onu çok küçültmüştür. Sürekli saraydan beslenmiş ve saraydakilerin sazını çalarak saraycıların sözünü söylemiştir. Selçukluların güçlü dönemlerinde Selçuklulardan, Moğollar Anadolu’yu istila edip güç olunca bu kez Moğollardan yana olmuştur. Oysa Nasreddin Hoca olarak bildiğimiz Ahi Evren ise hep, her zaman, her yerde Haktan, hakikatten ve halktan yana olmuştur. Bu nedenle ikisi arasında yaşamları boyunca apansız bir mücadele vardır. Bu mücadele Ahi Evren’in Mevlana’nın kışkırtmalarıyla iktidar tarafından katlettirilmesine kadar sürmüştür. Hatta ölümünden sonrada adının, kimliğinin silinmesi için eserlerinin başkalarına mal edilmesiyle devam ederek günümüze kadar gelmektedir. Mevlana’nın bu hata ve haksızlıklarını görerek engel olamayan büyük oğlu Alaaddin Çelebi babasını terk ederek Ahi Evren (Nasreddin Hoca) ın yanında yer almış ve aynı yolda onunla birlikte aynı yerde şehit olmuştur. Mevlana oğlunu Ahi Evren’den kurtarmak için Kırşehir Valisine ve oğluna mektuplar yazmış ama başarılı olamamıştır. Mevlana bu kin ve öfkesiyle oğlunu cenazesine dahi katılmamıştır. Günümüzde hala Nasrettin Hoca lakabıyla anılan Ahi Evren yani hâce nasreddin din farklı iki insan gibi gösterilerek bu yalan ve yanlışa devam edilmektedir. (M. Bayram. 2. kitabı) Hace Nasirü’d-din katledilince yine Mevlana’nın kışkırtması ile ileri yaştaki eşi Fatma Bacı Moğollar tarafından esir alınarak Orta Asya’ya esir olarak götürülmüştür. 14 yıllık esaretten sonra Şah ismail’in dedesi Cüneyd’in dedesi olan Safiyeddin’in oğlu Ali aracılığıyla 14 yıl sonra kurtarılıp getirilerek Hace Bektaşi Veli’nin yanında ve korumasında kalmıştır. Bacıyan-ı Rum’un kurucu önderi olan bu kutsal kadın daha sonra, önce Malatya sonrada Dersim’e göç etmek zorunda kalan Ahi Evren ve Seyit Mahmut Hayrani’nin ardılı ve soydaşı olan günümüzdeki Kureyşanlarla birlikte Dersim’e geldiğine dair söylemler vardır. Munzur vadisinin 15. Km deki Anafatma Çeşmesinin bu Fatima Bacı’ya izafe edildiği kuvvetle muhtemeldir. Şems ve Hace Nasirü’d-din Tusi, her ikisi de Alamut Kalesinden Hasan Sabbah ekolünden gelmişlerdir. Günümüze uyarlarsak; bizim solcu ve PKK’lilerin yakalanınca çözülerek devlete biat ve itaat ederek satılmaları örneğidirler. Moğol hükümdarı Hülagü Han’ın Alamut kalesini ele geçirme süreçlerinde saf değiştirerek dönekleşen iki haindir. Moğollar bu iki devşirmeyi beraber Anadolu’ya getirerek Başkent Konya’da yandaşları ve destekçisi Mevlana’nın yanına yerleştirmişlerdir. Şems (Şems-i Tebriz’i) Mevlana’nın Piri ve akıl hocası oldu.
Mevlana ve Şems’in söylemlerini (şiirlerini) aklını beğenmek başka bir şeydir. Ama bu ikilinin sorunlu eylemlerini duruşlarını görmezden gelmek başka bir şeydir. Ben İ.Tatlıses ve Bülent Ersoy’un sanatçı yanlarını, müziklerini beğenirim. Fakat ahlaklarını ve yaşamlarını hiç tutmam. Şems kızı yaşındaki yetim Kimya Hatun’u eş olarak aldı. Bunun dışında gay olan Mevlana ile eşcinsel ilişki yaşadığı da birçok araştırmacı tarafından iddia edilmektedir. İslamcı araştırmacılar bu ilişkiyi ilahi aşk olarak halka empoze ediyorlar. Oysa bunların aşkı ilahi olmayıp iradi olduğuna ilişkin güçlü emareler vardır. Aleviler ve devrimciler kimsenin önü ve arkasıyla ilgilenmez. Herkesin cinsel tercihi kendisine ait bireysel bir haktır. Fakat Mevlana’nın bu eşcinsel yönü öğrenildiğinde özellikle İslamcılar büyük sıkıntı yaşayacakları nedeniyle saklanmaktadır. Mevlana’nın büyük oğlu Alaaddin Çelebi bu durumu bilip tüm çabasına rağmen babasını Şems’ten kurtaramayınca Şems’i öldürmek zorunda kalmıştır. Konunun uzmanı geçinen birçok araştırmacı ve akademisyen bu durumu bildiği halde yaz(a)mamaktadır.
ÖZETLE: Dinler ve tanrılar insanlığın varoluşuyla birlikte insanlar tarafından yaratıldı. Kimi toplumlar aya, güneşe, Zeus’a, Apollon’a Ahura Mazda’ya tanrı diyerek inanırken, kimileri de Apis öküzünü, ineği tanrı seçti. İnsanlık âleminde yalnızca Alevi Kızılbaş toplumu tanrıyı kendinde, insanda aradı ve buldu. Elbette şeytanı da insanda aradı ve buldu. Eline, beline, diline hâkim ol gerçeği kutsal kitapları oldu. Tanrıyı ve şeytanı insanda arayan ve bulan Aleviler bu nedenle diğer tüm ırklar ve inançlar tarafından düşman görülerek dışlandı, horlandı ve kıyımlara uğradı. Bu anlayış günümüzde de devam ediyor.
Bizim Kureyşanların, Alevilerin ve Aleviliğin 12 İmamla, Hz. Ali, Hz. Muhammed ve İslam ile ilgi, ilişki ve alakası yoktur. Onların da bizim Aleviliğimizle bağlantısı yoktur. 12 İmamlar ve onların ataları ve dolayısıyla İslam yokken onlardan 1500-2000 yıl önce Alevilik, Aleviler ve Kureyşanlar vardı. Aleviler ve Kureyşanlar’ın, biz Ehli-Beyt soyundanız diyenleri Alevi olamazlar. Eğer Alevi iseler Ehli- Beyt’ten olamazlar. Ama bir Alevi olan Sasani Kralı Yezdigard’ın kızı, Hz. Hüseyin’in eşi Şahbanu’dan doğan Zeynel Abidin’den sonraki Ehli-Beyt Kureyşanlıların yeğenliğinden ötürü kısmen soyundandır. Alevilerin Ehli- Beyt ile ilgisi yoktur. Alevi inancı Ehli-Hak inancıdır. Bu da doğrunun hakikatin insanları anlamındadır. Kureyşanlıların düzgün Baba ile de genetik bir bağı yoktur. Düzgün baba Munzur Baba gibi mitolojik bir figürdür. Düzgün Baba ve Munzur Baba efsaneleri İngiltere Krallığının görevlendirmesiyle 1911 yılı yazında Dersim’de üç aylık bir gezi yapan İngiliz L. Molyneux-Seel’in uydurmalarıdır. Düzgün Baba ve Munzur Baba hiçbir boy ve soy ile ilişkilendirilemez. Onlar Dersim Alevilerinin ortak kutsallarıdır.
İstisnasız 12 İmamların on ikisi de camiden çıkmayan cami hocaları olup her biri onlarca kadın aldılar. Alevi Pirleri olan Pir Sultan Abdal, Hace Bektaşı Veli, Ahi Evren (Hace Nasirü’d-din) ve kardeşi Seyyid Mahmud Hayrani, Yunus Emre, Taptuk Emre, Sarı Saltık, Şeyh Bedreddin, Abdal Musa, Baba Mansur, Devreş Cemal, Ağu içen vd leri caminin kapısından içeri adım atmadılar. Hacca gitmediler. Ramazan orucu tutmadılar. Birçoğu hiç evlenmediler. Evlenenlerin çoğu da “Eline, beline, diline sadık” olup tek eşliydiler.
Kureyşanlıların, Dersimlilerin hatta tüm Anadolu Alevilerinin kutsalları Munzur Babadır, Düzgün Babadır, Sultan Babadır. Sultan Baba dağı adını eteğinde doğan Pir Sultan Abdal’dan almıştır. Bu dağın zirvesine yakın yerde Moğolların Diyarbakır yakınlarında yaraladığı ve bir Kürt köylü tarafından öldürülen Celaleddin Harzemşah’ın mezarı vardır. Bizim Kalan Aşireti onun ardıllarıdır.
Alevilikte Hacı ve Hoca unvanları yoktur. Bunlar Sünni İslam’daki unvanlardır. Alevilikte Hacının yerine Hace (Xace) vardır. O da örnek insan, öğreten insan olup İnsan-ı Kamil yolcusudur. Hocanın yerini de Pir alır Alevilikte.
SONUÇ YERİNE
Dersimlilerin, Alevilerin yazılı tarihi nerede diyenlere rahatlıkla şu yanıt verilebilir. Dersim topraklarının altı ve üstü tarihi zenginliklerimizle doludur. Eğer biz Dersimliler bu yeraltı ve yerüstü zenginliklerimize sahip çıkarak koruyabilirsek yapılacak arkeolojik kazı ve bilimsel çalışmalarla insanlığın tarihini olumlu yönde değiştirebileceğimize inanıyorum.
Biz Dersimlilerin başat görevi Dersimin doğasını canlısı, cansızı, florası ve faunasıyla yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi sahiplenerek korumaktır. Unutmamalıyız ki; Dersim coğrafyası Dersimlilere dedelerinden kalan bir miras değil, torunlarına bırakacakları bir emanettir.
Genelde Alevilerin özelde ise biz Dersimlilerin ve Kureyşanlıların 2Y (yalan ve yanlış) alışkanlığından kurtulmamız gerekiyor. Birkaç yıl önce batılı iki bilim insanı çok ciddi bir ortak çalışmaya imza attılar. Bu çalışma özetle diyor ki; “bazı insanlar yaşamlarının önemli bir bölümünde bir konuda yalan veya yanlışa inandırılmışlarsa, o konudaki hakikat ile karşılaştıklarında o hakikati kabullenmek yerine kendi yalan ve yanlışlarına daha sıkı sarılırlar. Çünkü o hakikati o saatten sonra kabullenmeyi her bünye kaldıramaz.”[26]
Hak’kı ve hakikati değiştiremezsiniz, saklayamazsınız, öldüremezsiniz. Ayrıları aynılaştıramazsınız. Bu doğrultuda yaptığınız Hak ve Hakikati değiştirme ve saklama çabalarınızla değişen ve saklanan siz olursunuz. Değiştirmeye ve saklamaya çalışanlar, gider, ölür ama hak ve hakikat dirilir. Çünkü bu diyalektiğin ve doğanın değişmeyen yasasıdır.
Aleviler Tanrı ve şeytanı başka bir âlemde, makamda aramazlar. Alevi Tanrı’yı İNSAN’ın özünde, şeytanı da insancıkın vicdansızlığında arayan ve gören bir anlayıştadır. Alevi cennet arayan değil, cennet yaratandır. Aleviliği İslamlaştırma, Alevileri de Müslümanlaştırmaya çalışanlar Alevi düşmanlarıdır.
Hz Muhammed, Hz. Ali, Hasan, Hüseyin vd leri Kureyşanların ataları değildir. Aksine bir Kureyşan kızı olan Hz. Hüseyin’in annesi Şah Banu nedeniyle onlar kısmen Kureyşanlıların evladıdır.
Eğer Kureyşanlılar Ehl-i beyt evladı iseler Alevi değillerdir. Alevi iseler Ehl-i Beyt evladı değillerdir.
Artık birçok kaynakta görüldüğü üzere Pir Sultan Abdal, adını verdiği ve günümüzde Sey Rıza’nın evinin karşısındaki Sultan Baba dağının eteğinde doğmuştur. Sonradan göçle ailece Banaz’a gitmişlerdir.
Yine ABD’ni ve tüm dünyayı düşünsel ve fikirsel olarak sarmalayan büyük filozof Halil Cibran Dersimli olup sonradan Lübnan’a ve oradan Fransa ve daha sonra ABD’ne göçmüş bir ailenin çocuğudur.[27]
Biz; Fadima Anamıza, Halil Cibran’ımıza, Celalettin Harzemşah’ımıza, Pir Sultan Abdal’ımıza, Ahi Evren’imize (Nasreddin Hoca) vd değerlerimize gerçek Munzur ve Düzgün babalarımıza sahip çıkarak ecdadımızın cellatlarının adlarını ilimiz caddelerinden söküp atarak bu değerlerimizi koyalım. Bu kutsal mekânlarımızı inanç ve kültür turizmine açalım.
Alevilik üstün (İnsanı Kamil) insanlıktır. Üstün İnsanlık da Aleviliktir. Hakiki Alevinin tüm yaşamı İnsanı Kamil olma yolculuğudur. Roma ve Vatikan Dünya Hristiyanlığı için ne ifade ediyorsa, Mekke ve Kâbe Müslüman âlemi için ne ifade ediyorsa, Dersim’de Dünya Alevileri için aynı önem ve değerdedir. Dünya Alevilerinin merkezi, başkenti olan memleketimizin kıymetini bilelim ve hak ettiği yere gelmesi için çalışalım.
Bu Dersim Çobanı elindeki tek aleti olan düşün ve fikir gürzüyle;
Bazı kafalardaki Ehlibeyt evlatlığı, Mevlana, Şems vb putları kırabildiyse…
Öncelikle ve özellikle bizim Kureyşanlar olmak üzere kimi Alevilerin zihinlerine yanlış sokulmuş Ehlibeyt evladı olma, Nasreddin Hoca, Ahi Evren, Mevlana, Şems vb ezberleri bozabildiyse…
Ve kimi kafalardaki Arap- İslam tabularını yıkabildiyse bahtiyardır.
MEHMET YÜREK
Dersim Çobanı
KAYNAKÇA:
[1] Mine Kışlalıoğlu-Fikret Berkes. ÇEVRE VE EKOLOJİ, Remzi kitabevi.2020 18. Baskı. S. 7
[2] Prof. Dr. Selçuk Şirin. YA ADALET, YA SEFALET” Doğan k. 1. Baskı. Ocak, 2023
* Maalesef tarihin babası, Bodrum (Halikarnasos) doğumlu Heredot’a biz sahiplenmeyerek dışladığımız için Yunanlılar sahiplenmişlerdir.
[3] R, g. Collingwood. TARİH TASARIMI. Doğubatı y. 8. Baskı-2019. S. 48-49
[4] https://www.sakaryagazetesi.com.tr/tunceli-tarihi Erişim:29/11/2023
[5] Prof. Dr. Alemdar Yalçın , Yrd.Doç.Dr. Hacı Yılmaz. KOREŞANLAR. Gece kitaplığı y. 2017 1.baskı s. 251
[6] TAŞ Kibar, KUREYŞAN OCAĞI” KALAN Y. 2. BASKI,2023, S. (77,102,103,126,151,153,155,157)
[7] Prof. Dr. Mikail Bayram. Ahi Evren- Mevlana Mücadelesi. Çizgi y.2. baskı. Eylül 2021. S. 40
[8] Ferhad Rahimi. “Prof. Dr. Muhammed Taki Zehtabi (kirişçi), İRAN TÜRKLERİNİN ESKİ TARİHİ.” IQ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK. 1. Baskı. İstanbul-2010. S.110
[9] Trevor BRYCE. KISA BABİL TARİHİ. Say y. 1. Baskı-2023, s.23-24
* Kayınvalidemden dinlediğim bu anlatıyı olayın tanığı çok sayıdaki kişi doğruladı.
[10] Gerald Messadie. MUSA.Mısır Prensi 1. Cilt. Milliyet y. 1. Baskı. 1999. S.269-270
[11] Prof. Dr. Musa Güner. “DNA’ya Dayalı Zazaların Kökeni” Festival y. 1. Baskı. Şubat-2021
[12] Rasha Barrage. BİR SOLUKTA ANTROPOLOJİ. Say y. 1. Baskı Mart-2023
[13] Jozef wiesehöfer. ANTİK PERS TARİHİ. Totem y. 1. Baskı. Aralık 2019-s.32
[14] Cafer Çevik, “DERSİM’İN YAZILAMAYAN HİKAYESİ”. Demos y. 1. Basım. 2020, s.27
[15] PERSLER. Anadolu’da Kudret ve Görkem. Anonim. YKY.1. baskı. Haziran-2017 s. 13
[16] Bahoz Şavat. KÜRDLERİN TARİHİ. II. Cilt. İsmail Beşikçi Vakfı y. Kasım- 2015, s. 185
[17] Mihail Sergeyeviç İvanov. İRAN TARİHİ: En eski çağlardan yirminci yüzyıla. Selenge y. Şubat-2021-1. Baskı, s.32
* Persler ona Dara diyorlardı. Darius Yunan tarihçilerinin verdiği addır. Ve yanındaki kendi adamları tarafından öldürülmüştür.
[18] Andrew Collins. Göbekli Tepe ve Tanrıların Doğuşu. Alfa y. 7. Baskı.Haziran-2020
[19] https://www.alevicimehmetyurek.com/buyuk-krallar-1-buyuk-iskender/
[20] Hüsnü Gürbey. Kadim Kürt İnanışı; KIZILBAŞLIK KÖKENİ EVRİMİ VE FELSEFESİ. Peri y. 2016. S.63
[21] Hüsnü Gürbey. Rızalık Toplumları. Babek y. Birinci baskı. Nisan-2021 s.257-258
[22] Hüsnü Gürbey; DOĞU DERSİM, Sancı y. 1. Baskı-2019 s.32-33
[23] Fuad Köprülü, İstanbul 1918. Nasreddin Hoca. Başlangıç kısmından aktaran M. Bayram.
[24] Prof.Mikail Bayram. Hace Nasirü’d-din-i Tusi’nin intihalcılığı ve Ahi Evren Hace Nasirü’d-din ile ilgisi. Çizgi yayınevi. 1. Baskı. Temmuz 2016, s. 21.
[25] Prof. Mikail Bayram. SOSYAL VE SİYASİ BOYUTLARIYLA AHİ EVREN- MEVLANA MÜCADELESİ. Çizgi yayınevi. 2. Baskı. Eylül-2021. S. 227-228.
[26] https://www.alevicimehmetyurek.com/ Makale sahibi yazarların isimlerini bu web sitemde bulabilirsiniz.
[27] Aytuç Altındal. SÖZLER. Halil Cibran. Anahtar kitaplar.5. basım. S.8